Gizli ve sinsi düşman Clostridium botulinum
Veteriner Hekim Metin Duman, yakın zamanda Adapazarı’nda serbest klinisyenlik hizmeti verdiği bir işletmede yaşanan botulismus salgınında edindiği deneyimleri aktarıyor. Metin Duman, hastalık sonucunda yaşanan ani ve ardı arkası kesilmeyen trajik ölümleri 29 yıllık meslek hayatında karşılaştığı en şok edici şey olarak tanımlıyor ve ekliyor; ‘bizim başımıza gelmez demeyin!’
“Eliniz ayağınız bağlı bir şekilde toplu ölümleri deneyimlememek için naçizane tavsiyem, çiftlik düzeyinde düzenli aşı yapılmasıdır, hem de birinci sıraya alarak…”
İlgilendiğiniz bir işletmede, ciddi bir botulismus hastalığı vakası ile karşılaştınız. Okuyucularımızla yaşadıklarınızı ve deneyimlerinizi paylaşır mısınız?
29 yıllık meslek hayatımda karşılaştığım en şok edici durumdu. Gizli bir olay, ancak aslına Türkiye sahasında yıllardır var. Özellikle hayvan beslemede silajın kullanılması ve sanayileşme ile birlikte daha da arttı. Botulismus hastalığı aslında bir management problemi sonucu. Tam olarak bir hastalık diyemeyiz, kimyasal gıda zehirlenmesi gibi düşünülebilir. İşin içerisinde bir bakteri var.
Benim Kasım ayı başında botulismus hastalığına şahit olduğum işletme 180 büyükbaşlık bir işletmeydi ve 140 hayvanı kaybettik. Literatür taramasından sonra, İngiltere’de bir kedi leşi nedeniyle 440 hayvanın 424’ünün öldüğü bir vaka karşıma çıktı. Türkiye’den ise pek çalışma tespit edemedim. Trakya, Balıkesir, Bolu’dan vaka bildirimleri vardı, ancak 10-20 baş kayıp söz konusuydu.
Şahit olduğum bu olayda, bir hayvanda timpani, bel altı paraliz ve sallantılı yürüyüş gibi semptomlar vardı. İşletmeye gidene kadar hayvan kesime alınmıştı. Otopsi yaptığımda her şey tertemizdi. Tam elimi temizleyip çıkacağım sırada bir hayvan daha sallanmaya başladı, yere düştü ve sadece ilk gün yaklaşık 20-30 zayiatımız oldu. Bu denli hızlı kayıp yaşanması kimyasal bir gıda zehirlenmesine işaret ediyordu. Literatür taramasının ardından ise botulismus olduğuna emin oldum. O akşam hemen, tek çözüm olan aşının arayışına başladım. Bütün Türkiye’yi taradım ve zor da olsa aşıyı buldum.
Hastalıkla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Clostridium botulinum bakterisi leşte üreyen bir bakteri ve aylarca canlı kalabiliyor. Sporlandığı vakit ise on yıllarca varlığını sürdürebildiği bilinmekte. Atık kadavralar ciddi risk oluşturmakta. Sahada ise en çok ot veya silaj yapılırken ölü kemirgenlerin yeme karışması ile şekilleniyor. Bakterinin ürettiği toksinin çok minimal miktarı dahi onlarca hayvanı öldürebiliyor. Semptomlar açığa çıktığında tedaviye yanıt almak mümkün değil. Yani, toksin kana karışıp merkezi sinir sistemini felç etmeye başladıktan sonra geriye dönüş yok. Bahsettiğim gibi, hayvanların otopsisi tertemiz çıkıyor. Laboratuvara numune yollamak da güvenilir değil, çünkü toksin çok hızlı denatüre oluyor. Sadece semptomlar ve management ile ilgili hataların tespiti, teşhise gitmek için yol gösterici.
Normalde süreç 1-30 gün arasında sürebiliyor. Bu süreyi alınan toksinin yoğunluğu belirliyor. Benim yaşadığım olayda, vakaların başlaması ile bitmesi tam 14 gün sürdü ve geriye sadece 40 hayvan kaldı. Bu hayvanların 30-40 tanesi ileri dönem gebeydi. Art arda ölen hayvanlar karşısında kendimi bir hekim olarak çok çaresiz hissettiğimi paylaşmak isterim.
Aslında Türkiye’de halihazırda var. Ama aile işletmelerinde, ‘hayvan düştü, belden aşağısı felç oldu, ağrı kesici yapıldı, düzelmedi ve kesime yollandı’ şeklinde karşımıza çıkıyor. Tabi ben sürü bazında yaşandığı için tespit edebildim. Bir de bu işletmede kurban kesimi yapıldığını, atıkların gömüldüğünü de biliyorum. Biliyorsunuz, eskiden kurbanlık hayvanlar bireyseldi, şimdi toplu kurban kesim alanları var. Buralarda dikkat çekici bir hata var; kurbanlar kesiliyor, belediyeler bir kısmını alıyor ama bir kısmı gömülüyor.
Bu olaydan sonra, gittiğim çiftliklerde özellikle gözlem yapmaya başladım. Otların arasında ölü civcivler, samanların arasında yılan parçaları çok miktarda var. Gözden kaçıyor; fosfor, magnezyum eksikliği olarak algılanıyor çoğu meslektaşım tarafından. Hastadan cevap alınamayınca ise kesime yollanıyor.
Peki, hastalık zoonoz mu?
Hastalık zoonoz ve bu hayvanların etinin tüketime sunulmaması gerekiyor. Eski et teknolojisi kitaplarına baktığınız zaman, kavurma işleminden sonra tüketime sunulmasında problem olmadığı görülüyor. Ancak en son çıkan tebliğe göre, kimse bu riske girmek istemiyor. Çünkü 140 tane büyükbaş hayvanın etini tüketime sunmak, en ufak bir hatada geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurur.
Bu yıkıcı hastalığı deneyimlememek için sizce nelere dikkat edilmeli?
Sahada, ciddi mineral eksikliği yaşanıyor ve pika hastalığı ortaya çıkıyor. Hayvanlar taşları, kemikleri yemeye başlıyor. Aile işletmelerinde mineral eksikliği zaten hat safhada. Dolayısıyla atıklarla temas da fazla. Öncelikle bu tip eksikliklerin önüne geçmek ve kemirgen mücadelesi yapmak gerekiyor.
Büyük işletmelerde ise, yine en önem verilmesi gereken nokta kemirgen mücadelesi. Ot ve silaj alanlarında kemirgenlere, kedi, köpek ölülerine, tavuk gübrelerine özel dikkat gösterilmeli. Son yıllarda çiftliklerde yem karma makineleri kullanılıyor. Bu da riski yükseltiyor, çünkü artık kontamine yem çok daha homojen hal alıyor.
ABD’de yapılan bir çalışmada, bir köpek yavrusu leşinin 400 bin ton yoncayı kontamine edebileceği görülüyor. Bununla birlikte, ot biçiliyor, ot ile birlikte kaplumbağa, yılan, kertenkele de otla birlikte biçilip, presleniyor. Tüm bunlar bizim başımıza gelmez dememek lazım.
Kurban kesiminin olduğu dönemlerde risk artıyor diyebilir miyiz?
Kurban kesimlerinin toplu yapıldığı yerlerde, atık yönetimi doğru yapılırsa büyük bir risk var diyemeyiz. Ancak öyle kurban kesim yerleri biliyoruz ki 10 yıldan beri her yıl yüzlerce kesim yapılıyor, belediye atıkların bir kısmını alıyor, bir kısmı ise gömülüyor. Dolayısıyla, çevre net bir şekilde kontamine oluyor.
Aşı hangi noktada devreye giriyor?
Yaşadığım olay, sadece tek işletmede bu kadar toplu ölümün yaşandığı bir ilk. O dönem, sıcağı sıcağına Türkiye’nin birçok noktasından telefonlar almaya başladım; Amasya’dan, Balıkesir’den, Antalya’dan. Yani, bu hastalık aslında sahada çok yoğun. Geri dönüşümsüz bir durum olduğu için kesinlikle çiftliklerin aşılama programlarına alınması gerekiyor. Ben artık rutin olarak programlarıma aldım; 6 ayda 1 düzenli olarak uyguluyorum.
Ancak önemli olan işletmelerin hastalığı ciddiye alması. Yaşadığımız panik havasında, çalıştığım tüm çiftlikler aşılama yapılmasını kendileri istedi. Ancak bir süre sonra, nasipte varsa olur zihniyetiyle yaklaşmaya başladılar. Fakat eliniz ayağınız bağlı bir şekilde toplu ölümleri deneyimlememek için naçizane tavsiyem, çiftlik düzeyinde düzenli aşı yapılmasıdır, hem de birinci sıraya alarak…